Tasarruf yetkisinin kısıtlanmasına genel bakış
Öncelikle Türk Medeni Kanunu Ailenin korunmasına yönelik birçok düzenleme yapmıştır. Bu düzenlemelere rağmen boşanmalar maalesef çığ gibi artmıştır. Düzenlemeler olmasıydı ne olurdu sorusunun cevabını bizim değil, yöneticilerin ve istatistikçilerin cevaplaması daha uygun olacaktır.
Türk Medeni Kanunu’na 2002 yılında aile konutu ve edinilmiş mallara katılım rejimine ilişkin düzenlemeler gibi yeni düzenlemeler eklenmiştir. Aile konutu müessesesi tesis edilmiştir.
Aile konutu Madde 194- Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Türk Borçlar Kanunundaki benzer düzenleme vardır.
Ancak aile konutu ile birlikte eşlerin başkaca mal varlıkları olabilir. Boşanma olması halinde bu mallar üzerinde eşlerin alacak hakları olacaktır. Bu hakların zayi olmaması için koruma amaçlı düzenlemeler kanun koyucu tarafından Türk Medeni Kanunu’na ilave edilmiştir. Bunlardan en önemlisi ise eşin tasarruf yetkisinin kısıtlanmasıdır. Evlenme ile çiftler kanunen tam fiil ehliyetli vasfını kaybetmektedirler. Sınırlı ehliyetli statüye geçmektedirler. Her konuda tek başına karar alamamaktadırlar. Aile konutu tek başına satmak, tek başına kefil olmak gibi hakları yoktur. Bunlara rağmen tanınan bazı hakların kötüye kullanımı sonucunda aile zarar görebilir. Bunun için kanun koyucu kötü niyeti bertaraf amacı ile tasarruf yetkisinin sınırlandırılması müessesini getirmiştir.
Türk Medeni kanununda tasarruf yetkisinin kısıtlanması 199. vd maddelerinde düzenlenmiştir. Be yetkinin sınırlandırılması için bazı şartlar gerekir. Kanunda; MK m. 199. maddesine göre; ‘Ailenin ekonomik varlığının korunması veya evlilik birliğinden doğan mali bir yükümlülüğün yerine getirilmesi gerektiği ölçüde, eşlerden birinin istemi üzerine hâkim, belirleyeceği malvarlığı değerleriyle ilgili tasarrufların ancak onun rızasıyla yapılabileceğine karar verebilir. Hâkim bu durumda gerekli önlemleri alır” denilmektedir.
En az iki şarttan birisinin gerçekleşmesi gerekir.
–Bunlardan birincisi ekonomik varlığın korunması gerektirecek bir durum olması halidir. Yani eşin birisinin malları gereksiz yere satarak aile birliğini tehlikeye düşürücü davranışlarının olmasıdır. Görüleceği üzere burada bir davranış ve miktar sınırlaması yoktur. Örneğin tek evi olan bir aile için o evin satılması ve eğlenceye harcanması ekonomik varlığı tehlikeye atmaktır. Ancak 10 tane evi olan için bu durum tatil ihtiyacının giderilmesi olarak yorumlanabilir. Yani ekonomik durumun tehlikeye düştüğü hususu her kişi ve olaya göre değişkendir. Bunun hakim tarafından takdir edilmesi gerekir.
-Tasarruf Yetkisinin kısıtlanmasını gerektiren diğer sebep ise aile yükümlülüğün yerine getirilmesinin ihmal edilmesidir. Bu durum genelde evlilik birliğindeki sorunların arttığı durumlarda, yada eşin alkol, kumar gibi bağımlı davranışlarının olduğu ailelerde ortaya çıkar.
Kişinin hiçbir mazereti yokken çalışmaması ve malları satarak kumarda harcaması, yada lüks harcamalar yapması ve evinin ihtiyacını karşılamaması halinde ekonomik bütünlüğün tehlikeye atılması hali vardır. Ancak eş malları satarak başkasına paraları aktarması ve evin giderlerine para vermemesi halinde ise hem mali yükümlülüklerin yerine getirilmemesi ve hem de mal kaçırma hali vardır. Ancak varsayıma dayalı olarak bu dava açılamaz.
Genelde çiftlerin ayrı yaşamaya başlamaları, ve boşanma hazırlığı olarak mal varlığı değerlerinin elden çıkarma girişimi halinde tedbir amaçlı bu dava açılmaktadır. Amaç mal kaçırmak ve ileride hükmedilecek nafakayı, yada mal rejiminin tasfiyesi kapsamındaki borcu ödememektir. Tasarruf yetkisinin kısıtlanıp kısıtlanmayacağı hususu her olaya göre değiştiği için Yargıtay kararları ile genel hatları ve sınırları çizilmeye çalışılmıştır. Örneğin;
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2015/8789 E, 2015/10026 K. Kararında bu husus açıkça belirtilmiştir.
“Davalı erkeğin ailenin ekonomik varlığının korunmasını gerektirecek veya evlilik birliğinden doğan mali yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmak amacına yönelik bir davranışı kanıtlanamamıştır. Türk Medeni Kanununun 199. maddesi koşulları oluşmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kabulü bozmayı gerektirmiştir” varsayıma dayalı olarak tasarruf yetkisi kısıtlanamaz denmiştir.
Yerine getirilmeyen mali yükümlülüklerin neler olduğu belirtilmelidir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2012/27263 E. 2013/20408 K. Sayılı 10/09/2013 tarihli içtihadında bu husus açıkça belirtilmiştir. “Ailenin ekonomik varlığının korunması veya evlilik birliğinden doğan mali bir yükümlülüğün yerine getirilmesi gerektiği ölçüde, eşlerden birinin istemi üzerine hakim belirleyeceği malvarlığı değerleriyle ilgili tasarrufların ancak onun rızasıyla yapılabileceğine karar verebilir. Hakim bu durumda gerekli önlemleri alır. (TMK. md. 199) Amaç, evlilik birliğini ve eşlerin ekonomik geleceğini güvence altına almaktır. Dava Türk Medeni Kanunu’nun 199. maddesinde dayalı olarak açılmıştır. Somut olayda ailenin ekonomik varlığının korunması veya evlilik birliğinden doğan mali bir yükümlülüğün yerine getirilmesinin gerektiği ölçünün ne olduğu davacı tarafça açıklanmış değildir. O halde mahkemece yapılacak iş; davacıya evlilik birliğinden doğan ve yerine getirilmeyen mali yükümlülüklerin tutarını açıklattırmak, tedbir konulacak menkul, gayrimenkul ve hakları buna uygun belirlemekten ibarettir. Bu yönün üzerinde durulmadan davalının tüm mal varlığı üzerindeki tasarruf yetkisini kısıtlar şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir” denilmiştir. Yani kişi mali yükümlülükleri yerine getirmemelidir.
Yukarıda belirtilen şartların birisinin varlığı halinde hakim mallar üzerindeki tasarruf yetkisini kısıtlayacaktır. Örneğin diğer eşin rızası olmadan evin satışı yapılamayacaktır. Ya da bankadaki para ancak diğer eşin rızası ile çekilebilecektir. Kısıtlanacak olan mallara iliştin tasarruf yetkisidir. Kişinin fiil ehliyeti konusu değildir. Fiil ehliyetinin kısıtlanması farklı bir durumdur. Ancak her iki olayın iç içe geçmesi hali de karşımıza çıkabilir. Fiil ehliyetini kısıtlamayı gerektiren bir hastalığa duçar olan kişi, sürekli kumar oynayıp mal varlığını satarak ailenin ekonomik bütünlüğünü bozabilir. Bu durumda hem ehliyetin hem de tasarruf yetkisini kısıtlanması davası söz konusu olabilir.
Tasarruf yetkisinin kısıtlanması halinde sadece kısıtlanan mallar ile ilgili kişi işlem yapamaz. Kısıtlanmayan mallara ilişkin tasarruf yetkisi devam eder. Örneğin A taşınmazı açısından tasarruf yetkisi kısıtlanan kişi, kısıtlamaya tabi olmayan B taşınmazını satabilir. Ya da kendi çalışma sonucu kazandığı parayı dilediği gibi harcamaya devam edebilir. Yine borçlanma, alacağı tahsil etme gibi kısıtlanmayan hukuki işlemleri yapabilir.
Benzer bir olay kısa süre önce medyada gündem olmuştur. Olayda bir kadın, eşinin üzerine kayıtlı olan Aydın’ın Didim ilçesindeki bir taşınmaz ile banka hesaplarına ilişkin tasarruf yetkilerinin sınırlandırılması için dava açmıştır. Yerel mahkeme, davanın kabulüne karar vererek davalı eşin tasarruf yetkisini sınırlandırmıştır. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi, davacı kadının, ekonomik varlığının tehlikeye düştüğünü ispatlayamadığı gerekçesiyle yerel mahkeme kararını kaldırmıştır.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi ise davacı kadını haklı bularak istinaf kararının bozulmasına hükmetmiştir. Dairenin kararında, Türk Medeni Kanunu’nun 199. maddesine göre, ailenin ekonomik varlığının korunması veya evlilik birliğinden doğan mali yükümlülüğün yerine getirilmesi gerekliliklerinde, eşlerden birinin istemi üzerine belirlenecek mal varlığı değerleriyle ilgili tasarrufların ancak eşin rızasıyla yapılabileceğine karar verebileceği hususu belirtilmiştir. Alınacak sınırlanma kararının ölçülü olması gerektiği vurgulanmıştır. Gerekçe olarakta “Davalı erkeğin iş bu dava tarihinden 20 gün kadar önce bir taşınmazını devrettiği, diğer mal varlığı değerleri ile ilgili elden çıkarma yönünde girişimde bulunduğu toplanan delillerden anlaşıldığına göre, davalının tasarruf yetkisinin sınırlanmasında gereklilik bulunduğu anlaşılmıştır” tespiti yapılmıştır. Kararda, “Ölçülülük ilkesine uygun şekilde dava konusu edilen mal varlığı değerleri ile ilgili sınırlanma yapılması gerekir” denilmiştir. Yani kişinin bütün malvarlığı ile ilgili tedbir konularak kişinin fiil ehliyetinin yasal olmayacak şekilde fiilen sınırlandırılması da hukuka aykırı olacaktır. Örneğin kişinin bütün tasarruf yetkisi kısıtlanamaz. Geçimi için gerekli harcamaları yapmasına olanak sağlanması gerekir. Aksi durum vesayet altına alınma olacaktır.
Halil Güven
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.